Home Map E-mail
 
Eng |  Հայ |  Türk |  Рус  |  Fr  

Başlangıç
Ana
Misyon
Müdürün sözü
Bize ulaşın
Soykırım öncesi
Ermenistan Tarihi
Resimler
Ermeni Soykırımı
Soykırım Nedir
Ermeni Soykırımı
Kronoloji
Ermeni Soykırım resimleri
100 Fotoğraf hikayesi
Ermeni Soykırım haritası
Kültürel Soykırım
Hatırla
Belgeler
Amerikan
İngiliz
Alman
Rus
Fransız
Avusturyalı
Türk

Araştırmalar
Kaynakça
Kalanların hikâyeleri
Şahitler
Medya
Alıntılar
Genel alıntılar
Tanıma
Ülkeler
Uluslararası örgütler
Taşra yönetimleri
Kamusal dilekçeler
Etkinlikler
Delegasyonlar
Museum G-Brief
Haberler
Konferanslar
Linkler
   Müzesi
Bilgi
Ziyaret
Daimi sergi
Geçici sergi
Online sergi  
Gezici sergi  
Anma Kartları  
   Enstitüsü
Amaçlar
Yayınlar
Bilimsel dergi  
Kütüphane
ESME kolleksiyonu
   Tsitsernakaberd Anıtı
Tanıtım ve tarih
Hatıra Parkı
Anma Günü
 

Armenian General Benevolent Union
All Armenian Fund
Armenian News Agency
armin
armin
armin
armin
armin



Haberler

«Musa Dağ muharebesinin yaşayan son müdafisi olarak işte ben kaldım...»

MOVSES PANOSYAN'IN TANIKLIĞI
(D. 1885, MUSA DAĞ)

14.07.2016


Movses Panosyan 1885’te Musa Dağ’da doğdu. Onun anlattıklarına göre 13 Temmuz 1915 günü Hükümet bütün Ermenilerin göç etmesi gerektiğine dair bir emir çıkardı. Ama yedi köylerin büyükleri bir toplantı yaptılar ve : ‘’Biz burda doğduk, burda da öleceğiz;’’. Onlar dağa çıkmaya karar verdiler. Movses Panosyan Musa Dağ muharebesi ve kurtarılmış Fransız gemileri hakkında anlatıyor.


”...13 Temmuz 1915 günü Hükümet yedi gün içerisinde bütün Ermenilerin göç etmesi gerektiğine dair bir emir çıkardı. Yedi köyümüzün büyüğü Yoğun-Oluk'ta bir toplantı yaptı ve: "Ben burda doğdum, burda da öleceğim; ben köle gibi düşmanın emri altında eziyet çekerek ölmeye gitmem; ben burda tüfek elimde ölürüm; ama, muhacir olmam" dedi. Böylece dağa çıkmaya karar verdik. Kimin neyi vardı ise, yatak, yorgan, tencere, tava, hayvan, tavuk, gibi herşeyi yanımızda dağa götürdük. Askerler bize: “Eşek gibi dağa çıkıp, yine eşek gibi dağdan inip surgüne gideceksiniz" diyorlardı.

Şimdi dünya nasıl karmakarış ise, о zaman da öyleydi. Musa Dağ muharebesine kadar bizim Hıdır Bey Hınçakları, Bay Ağasi’yle birlikte Zeytun'a Türklere karşı savaşmaya gitmişlerdi. O yüzden, biz Musa Dağ muharebesine başladığımızda, Bay Ağasi bize: "Bunlar benim ektiğim tohumlardır" dedi. Zaten dağdaki çarpışmaya kadar babam geceleri talime giderdi. Annem dedeme: "Oğlunuz gece vakti talime gidiyor; sabah dönüp, sabanını alarak tarlaya gidiyor; hiç evde kalmıyor." diyordu.

Dedem gelinine: "Öyle yapması lazım; hep hazırlıklı olmalıyız!" diye cevap verirdi.

Öyle ki, örgütlenmiş olarak dağa çıktık. Bizi iki onbaşı ayırdı; bunlardan biri Sabintsyan’dı; diğeri ise Minasların'in büyükbabasıydı; о ipekböceği yetiştirme ustasıydı. Bizim Tataralang düz, ovalık bir yerdi. Zamanında, Tatarlar [Arapça konuşan yerel Aleviler] ellerinde oraklarla Ermenileri biçmek istemişlerdi; ama, bizimkiler onların hakkından gelmişlerdi; bu yüzden de, о yere Tataralang derlerdi; yani, Tatarları katletme yeri. Biz Tataralang’in uzun boğazında mevzilendik. Tışents Poğos da ordaydı; o Türk ordusunda asker olmuş; Ingilizler onu vurup yaralamışlardı. Іуі borozan çalar; iyi haber verirdi; hem de Türk borazan seslerinin ne manaya geldiğini bilirdi: haberin iyi yada kotü olduğunu anlardı. O borazancı Poğos bize: "Ilerleyin; ama, Türk kurşunu size isabet ederse, ölürsünüz; girerken kurşun deliği küçüktür; ama, çok büyük yaralanmalara neden olur; dikkat edin!" derdi.

Benim elimdeki bir av tüfeğiydi; fişeğini namlusundan doldururdum; ateş еtmesi için şişle dövmem gerekiyordu; elimde doğru dürüst silah yoktu ki, onların canına okuyabilseydim! Orda, Marcimag yaralandı.
Ben bunu görüp, korktum, yer değiştirdim. Agub Pılağın damadı orada kaldı; bir kurşun geldi ona saplandı; o, gözümün önünde öldü. Otuz yaşında olan Davit kardeşim de orda öldü; onu askeri törenle gömdük. Bizim Haci-Habibli’den çok sayıda genç vardı; bir de Yoğun-Oluklular çoktu. Bizimkiler Türklerin komutanını, bir de borazancısını vurdular. Türk askerleri bunu görüp kaçtılar. Çatışmadan sonra biz dağdan indik; onların yere serilmiş cesetlerini görmeye gittik. Türk askerleri hayvanlarını ve yiyeceklerini de bırakıp kaçmışlardı. Baktım ki, Türklerin koyunları toplanmış yere dökülen bulguru yiyor. Torba içindeki kalan bulguru dağa götürmek; bizimkilere ulaştırmak üzere sırtıma aldım; ama, biz Kızılcığa düşmüştük; bizimkiler Savalokh'taydılar. Yürüdüm, yürüdüm, bizimkilere ulaştım. Annem, kız kardeşim beni görüp sevindiler. Zaten, Hakob kardeşimi askere almışlardı; yolda Ermenileri ayırıp götürmüş, hepsini vadide öldürmüşlerdi. Öyle ki, Hakob kardeşim bizim dağda verdiğimiz mücadele sırasında artık yoktu…
Türkler dört defa üstümüze saldırdılar; ama, her defasında da onlara iyi bir cevap verdik. Bizim Musa Dağlı çocuklar iyi dövüşüyorlardı. Kadınlar, kızlar onlara yardım ediyorlar, testilerle içme suyu taşıyorlardı. Birkaç kadın, fişeklikleri bağlamış bizimle birlikte çarpışıyordu. Onlardan birinin soyadı Naşalyan'dı; о çоk cesurdu. Küçük çocuklar da bağlantı eri olmuşlardı; bir cepheden diğerine haber götürüp getiriyorlardı... Hepsi de iş başındaydı. Bir gün, bizi soymak için bir Türk dağa çıkmıştı; bizim kadınlar onu tutup, taşlarla ezerek öldürmüşlerdi. Aferin kadınlar: Bizim dağın tepesinde daima beyaz sis gibi bir bulut dururdu; sanki, düşmanın bizi görmemesi için onu oraya Tanrı özellikle koymuştu; ama, biz kendisini yukardan göröyördük. Yukarıya gelen Türkler ölüyordu; gelen ölüyordu: "Yallah! Ya Muhammed!, Yallah! Ya Muhammed!" diyor geleni öldürüyorduk. Türkler iki saat dayanamadan kaçtılar...

Dağ üstüne yağmur yağıyordu; yağmur damlaları insanın canını deliyordu. Biz bir kayanın altına girdik; orda saklandık: Şeyh Panos’un oğlu da bizimle birlikteydi. Onun hep yanında gezdirdiği bir kitabı vardı; ona: "Aç kitabını bakalım ne diyor; sonunda ne olacak?” dedik.

Şeyh Panos’un oğlu kitabını açtı; tahminlerde bulunmaya başladı; şöyle konuştu: "Gökten bir merdiven inecek; kurtulacağız."

O böyle konuştu; ama, ona inanmadık; zira, kırk güne aşkın bir süredir gece, gündüz dövüşüyorduk; artık, gücümüz kalmamış, yiyecek ve barut azalmıştı... Arkamızda Akdeniz vardı; karşıdan geçen bir gemi olursa, bizi görüp yanaşsın diye, orda geceleri bir ateş yakıyorduk. Gün içerisinde de Protestan rahip Andreasyan büyük bir çarşafın üstüne büyük kırmızı bir haç çizmiş dağın yamacına astırmıştı...

Günler sonra, sonunda uzaklarda bir gemi göründü. Kırıkyanlar'ın oğlu iyi yüzücüydü; denize atlayıp yüzmeye başladı. Onun boynundan asılı bir demir kutu vardı; içinde de Fransızca yazılı bir mektup bulunuyordu. Gemiden dürbünle bakıp, birisinin gemiye doğru yüzdügünü görmüşler; gemiye çıkması için yardım etmişler. Kırııkyan Movses Hııristiyan olduğunu göstermek için, hemen diz çöküp haç çıkarmış; zira, kendisi Fransızca bilmediğinden konuşamazdı. Yazılmış mektubu çıkarıp kaptana vermiş. Onlar mektubu okuyup, beş bine yakın Musa Dağlı Hıristiyan Ermeni'nin dağda Tanrı'dan kurtuluş beklediğini öğrenmişler. Kaptan sormuş: "Siz nerdesiniz? Düşman nerde? Ne kadar gücünüz var?" Sekiz gün dayanın; gidip hükümete sorup izin alayım. Ya size silah veririz, ya da gelir sizi kurtarırız. Silah getirmediler; ama, bizi kurtarmak için zırhlılarla geldiler. Panos’un oğlunun dediği gibi, gemiden merdiven indirdiler; biz yukarı çıktık. Zaten, onun sözleri hep aklımdaydı; ben hiç umudumu kaybetmiyordum; ve kurtulduk.


VERJINE SVAZLIAN. Ermeni Soykırımı: Hayatta kalang örgü tanıklarının anlattıkları, 281, EC UBA ‘’GITUTYUN’’BASIMEVI, IKINCI BASKI, ERIVAN, 2011, S. 699-701..









FOLLOW US



DONATE

DonateforAGMI
TO KEEP THE MEMORY OF THE ARMENIAN GENOCIDE ALIVE

Special Projects Implemented by the Armenian Genocide Museum-Institute Foundation
“AGMI” foundation
8/8 Tsitsernakaberd highway
0028, Yerevan, RA
Tel.: (+374 10) 39 09 81
    2007-2021 © The Armenian Genocide Museum-Institute     E-mail: info@genocide-museum.am